19 Şubat 2013 Salı

''Küçük Prens''ten kalanlar..


Kitap: Küçük Prens
Yazar: Antoine De Saint-Exupery
Çeviri: Sumru Ağıryürüyen
Sayfa: 95  Baskı: 22
Yayınevi: Mavibulut Yayıncılık

Büyükler rakamlara bayılırlar. Diyelim, yeni arkadaşınızdan söz ettiniz; asla işin özünü merak etmezler. Örneğin; ''Ses tonu nasıl? Hangi oyunları seviyor? Kelebek koleksiyonu var mı?'' diye sormazlar asla. Onun yerine, ''Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?'' derler. (Syf 19)

İnsanın dostunu unutması çok acı bir şey. Herkesin dostu olmaz. Eğer dostumu unutursam, rakamlardan başka bir şeyle ilgilenmeyen büyüklere benzerim. (Syf 20)

Herkesten verebileceği kadarını istemek gerek. Otorite her şeyden önce mantık ister. (Syf 40)

Kişinin kendi kendini yargılaması, başkalarını yargılamasından çok daha güçtür. Kendi kendini yargılamayı beceriyorsan, hakikaten bilge bir kişisin demektir. (Syf 41)

Kendini beğenmiş kişiler, herkesin kendilerine hayran olduğunu sanırlar. (Syf 42)

Kendini beğenmiş kişiler, övgüden başka bir şeye kulak vermezler. (Syf 43)

''Ne yapıyorsun burada?'' diye sordu ona.
''İçiyorum,'' diye yanıt verdi ayyaş hüzünlü bir sesle.
''Niye içiyorsun peki?'' diye sordu Küçük Prens.
''Unutmak için,'' diye yanıtladı ayyaş.
''Neyi unutmak için?'' diye üsteledi Küçük Prens. Ona şimdiden acımaya başlamıştı.
''Utandığımı unutmak için,'' diye itiraf etti ayyaş başını öne eğerek.
''Neden utanıyorsun peki?'' diye sordu ona yardım etmek isteyen Küçük Prens.
''İçmekten!'' dedi ayyaş ve sessizliğe döndü. (Syf 44)

Bir kişi hem işine sadık hem de tembel olabilir elbette. (Syf 52)

Mizah yapayım derken, bazen azıcık da yalan söylüyor insan. (Syf 59)

''İnsanların arasında da yalnızdır insan,'' dedi yılan. (Syf 60)

Evcilleştirmek ne demek?
''Çoktan unutulmuş bir şey,'' dedi tilki. ''Bir anlamda, 'bağ oluşturmak' diyebiliriz buna...''
''Bağ oluşturmak mı?''
''Kesinlikle,''dedi tilki. ''Sen benim için, diğer yüz bin küçük oğlan çocuğuna benzeyen bir oğlan çocuğundan başka bir şey değilsin şimdilik. Sana ihtiyacım yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Ben de senin için, diğer yüz bin tilki gibi bir tilkiyim yalnızca. Ama, beni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyaç duyarız. Sen benim için dünyada bir tanecik olursun. Ben de senin için dünyada bir tanecik olurum...'' (Syf 67-68)

''Aynı saatte gelmen daha iyi olurdu,'' dedi tilki. ''Diyelim, öğleden sonra dörtte geliyorsun, saat üçten itibaren içim mutluluktan kıpır kıpır olmaya başlar. Vakit yaklaştıkça, kendimi giderek daha da mutlu hissederim. Saat dört olur olmaz da, bir telaş kaplar içimi: Mutluluğun bedelini anlamaya başlarım! Ama, sen herhangi bir saatte gelirsen, yüreğimi ne zaman buna hazırlayacağımı bilemem. Adet denen şey iyi bir şey...'' (Syf 69-70)

''İşte sırrım, çok basit: En iyi, yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.'' (Syf 74)

''Gülümü benim için bu kadar önemli kılan, ona harcadığım zaman...'' dedi yine Küçük Prens unutmamak için. (Syf 74)

Ama gözler gerçeği göremez ki. Yüreğiyle aramalı insan. (Syf 80)

Birinin sizi evcilleştirmesini kabul etmişseniz, biraz olsun gözyaşı dökmeyi de göze alacaktınız... (Syf 83)

Geceleri yıldızlara bakacaksın. Benim yıldızım, bulup da sana gösteremeyeceğim kadar küçük. İyi ki de öyle.. Yıldızım senin için şu yıldızlardan biri olacak. O zaman da bütün yıldızlara bakmak mutlu edecek seni... (Syf 86)

(Üzüntüler günün birinde mutlaka geçer) (Syf 87)

Bir yerlerde hiç görmemiş olduğunuz bir koyun, bir gülü yemişse ya da yememişse, hiçbir şey eskisi gibi olamaz... (Syf 93)


13 Şubat 2013 Çarşamba

''Aşka Veda''dan kalanlar..


Kitap: Aşka Veda
Yazar: Can Dündar
Sayfa: 208  Baskı: 1
Yayınevi: Can Yayınları

Zamanın konforlu rehaveti, ''Elde ettim işte!'' felaketine dönüşür kısa zamanda... (Syf 13)

Her şiirde anlatılan oysa; her filmin kahramanı o... Her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa... (Syf 19)

Hem kimseler duymasın hem cümle alem bilsin istiyorsanız... (Syf 20)

Bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzsuyu hürmetine... (Syf 20)

Belki bir bebekten bir katil yaratan ''karanlık''ın da ilk nedeni ''sevgisizlik''tir.
Hem tuzağımız hem ilacımız aşk...
Hem kurtarıcımız hem cellatımız...
En büyük sevincimiz en derin acımız...
Şu halimizin müsebbibi ve yegane çaresi... (Syf 52)

Mardinlinin oralardan bir şairi, Ahmet Arif'i okumuş arkadaşlarına:
Dost düşman söz eder kendi kavlince
Kınanmak yiğit başına
Bu ne ayıp ne de yasak
Öylece bir gerçek, kendi halinde
Belki yaşamama sebep... (Syf 67)

İçlerinden en samimisi Pakize Suda idi.
Bulunduğu konum insanı yakışıklı ve çekici yapıyor. Yoksa Turgut Özal'la Ahmet Mete Işıkara en seksi erkek seçilirler miydi? (Syf 96)

Anlaşılan o ki iktidar, şifalı bir kaplıca suyu gibi, içeni çirkinliklerden arındırıyor; şekilsiz vücutlara şekil, sevimsiz çehrelere şirinlik katıyordu. (Syf 96)

''Mükemmel'' öldü; şimdi ''sadakat'' ile ''hürriyet'', ''siyaset'' ile ''mahremiyet'', ''zaaflar'' ile ''şahsiyet'' arasında sınır savaşları var. (Syf 101)

Neden  Meşrutiyet öncesinin ''gizli 'ah'larının 'of'lar''ının yerini çağımızda ''aleni ve şehevi 'ah'lar, 'of'lar'' aldığı halde, hem de alternatifin en bol olduğu mekanda herkes en çok yalnızlıktan yakınıyor? (Syf 122)

Selahaddin Pınar'ın tamburu ''Ayrılık yarı ölmekmiş / o bir alevden gömlekmiş,'' diye inler ve sorardı:
Ey sevgili sen nerdesin
Nerdesin ey sevgili? (Syf 129)

Büyüdük, o ''çerağ'' da içimizde büyüdü alev alev...
Sevdalandık, ayrıldık, yandık.
Ayrılıkla ölümü, biz de Abdürrahim Karakoç'un ''Mihriban''ıyla kıyasladık:
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban... (Syf 130)

12 Şubat 2013 Salı

''Anayurt Oteli''nden kalanlar..


Kitap: Anayurt Oteli
Yazar: Yusuf Atılgan
Sayfa: 108  Baskı: 22
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (YKY)

Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm. (Syf 105)


''Sahici Aşklar Külliyatı''ndan kalanlar..


Kitap: Binbir İnsan Masalları 3 / Sahici Aşklar Külliyatı
Yazar: Cem Mumcu
Sayfa: 98  Baskı: 10
Yayınevi: Okuyan Us

Hem aşk dediğin hep aşık olana göre değil midir ki? (Syf 13)

Aşk...
Acıya bulaşan... (Syf 14)

Yitirmeyecek denli yitirmişliği, yoklanmayacak denli hiçliği seçmenin gücünü elimizden alan bu aşkı, diğerinin saldırısı gibi algılıyoruz. (Syf 16)

Aşk...
Bıçak gibi... (Syf 25)

Aşk...
Bazen merak... (Syf 30)

Bu ilk konuşmamız ama çok eski tanışıyor gibiyiz. (Syf 36)

Neden olamadığımızı hiçbir zaman bilemedim, belki bilmek istemedim. Sanırım o benim gibi yaşamadı beni, o anlatsa başka anlatırdı belki her şeyi. Bana yalancı derdiniz. Oysa insan kendine yalan söyleyemiyor, bildiğim tek şey benim böyle yaşadığım olan biteni. Sonuçta olmadı, olamadık. Ve o çıplaklık da bir daha olmadı. Kimse beni o kadar soyamadı ve ben aslında hep giyinik olduğumu bile bile seviştim ondan sonra. (Syf 40-41)

Bazen ''o yok muydu?'' diye düşünüyorum. Belki hepsini ben ekledim ona, onda gördüklerimin, onda hissettiklerimin. (Syf 41)

Güvende olmak için çoğunluğa benzemeye çalıştın belki de, yitirdin kendini. Kendi çekirdeğine ufalmayı göze alamadın, hem unuttun onun güzelliğini. Şimdi buluş onunla yeniden, saçını okşa, sev biricikliğini ve diğerlerine benzemezliğini içinin. (Syf 94)

3 Şubat 2013 Pazar

''Eylül''den kalanlar..


Kitap: Eylül
Yazar: Mehmet Rauf
Sayfa: 376  Baskı: İstanbul, 2004
Yayınevi: Bordo Siyah

Kalabalık içinden yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. (Syf 17-18)

İnsan, kalpleri birbirine bağlayan bu rabıtaları* o zaman anlar; ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum. Bazen rast gelip hatta senden güzel bulduğum kadınlara bakıyorum da kendi kendime hiç birisini senin kadar, senin gibi sevemeyeceğime yemin ediyorum.
*''Bağları'' anlamında. (Syf 18)

Öyle bir şey ki, işte bütün endişelerim, senin yanında yok oluyor. Ruhuma bir şifa, bir sükun geliyor! (Syf 18)

''Evet, evet, öyle bir yer olmalı ki, insan kalabalıkta yaşamalı, fakat içine girmeden... (Syf 28)

''Evet'', dedi, ''Layık olan mesud olur; ya da Goethe'nin dediği gibi, 'layık olan kazanır ve kazanamayan layık değildir.''' (Syf 48)

''Şükretmeli, şükretmeli'' diyordu. (Syf 69)

Kadın olmayınca, bir erkek hayatının ne tatsız tuzsuz, ne yağmursuz, tesellisiz bir siyah çöl olduğunu bilseniz... Bunu bir çok erkekler de bilir de, sonra unuturlar... Bir kadının, bir erkek hayatına sade bir mevcudiyetle nasıl şiir ve tazelik verdiğini, ruhu bir yana bıraksak bile yalnız vücud için de nasıl büyük bir koruyucu olduğunu bilseniz... (Syf 72)

Her görüştüğünle müthiş bir rekabet, bir mücadele, bir düşmanlık... Hiç bir el sıkmazsın ki mümkün olsa seni bir çukura itmeyeceğine emin olasın; hiç bir ses işitmezsin ki, senin yokluğunda en hain, en haksız bir istihzada, bir alayda bulunmayacağına emin olasın... Riya, istihza kendini beğenmek, bencillik... (Syf 72-73)

Bilir misin nefis kadınlar hangileridir? Temiz ruhlular! (Syf 73)

''Ah insanlar, şu insan yüreği... Yüz bin manalı bir muamma... İçinden çıkmak mümkün değil.'' (Syf 74)

''Azıcık fedakarlığa razı olmayınca hiç bir şey uygulanabilir değildir.'' (Syf 75)

''Ah çelişki, çelişki... İnsan değilim; denklemim.'' (Syf 79)

''Hep genelleştirmede ve sonuç çıkarmada!'' diyordu: Sınırlı bir bakış açısıyla bakıp genelleme yapmak... İşte bu cinayet! (Syf 122)

Birer birer, örneklerle göstererek kendisinin söz dağarcığı çok sınırlı olduğundan, ''meleklik'' dediği şeyleri anlattı. Ve bunun bir kadın için nasıl bir güzellik olduğunu, uysallığı ve sabrı, sevecenliği, sessizliği ve tebessümü ile bir kadının nasıl hep tapınılmaya layık olacağını açıkladı. (Syf 125)

Kadınların mantıklı olmayan birer bilmece oluşları onu mantıklı sebepler yaratmaya iterek, artık olaylar uydurmaya başlıyordu. (Syf 129)

Ona şiir ve sevda, her zaman, her zaman bir tutku gerekliydi; hiç bir kadını sevmediği zaman sevmeyi sever; bunun için hep kadınlığa tutkun olurdu. (Syf 143)

Ah, bu dünyada herkes kendini, yalnızca kendisini, hatta başkalarının zararına olarak kendisini mi düşünürdü? (Syf 173)

Nedir bu insanlıktaki, varlığımızın derinliklerindeki kokuşma, bu çamur, bu fırtına... (Syf 174)

Sonra onu yalnızca güzelliği için değil, büyüklüğü, eşsizliği için de sevdiğini, asıl bunun için sevdiğini düşünerek, ''İşte asıl aşk'', diyordu. (Syf 223)

Gitmek, tekrar o gözlerinin şiirli anlamıyla bayılarak kalmak ihtiyacının, (onları) donuk ve sakin bulmak korkusuyla mücadelesi... (Syf 225)

İnsanlarda hayat ve mutluluk için gerekli olan şeyden bıkan ya da iğrenen bir hal vardı ki işte asıl hayatın çaresizliği buydu. ''Hem ancak onunla yaşayacak, hem  yaşayamıyor, işte ceza burada! Sanki gıdasıyla zehirleniyor!'' (Syf 274)

Koca denilen birinin haklı haksız keyfine esir olmaktan başka bir şey olmayan, mutlu denilenleri ise onun her türlü heveslerine kayıtsız şartsız boyun eğmekten başka bir şey olmayan bu evlilik ona iğrenç geliyordu. (Syf 279)

Dış görünüşlere mutluluk adını verip memnun ve mutlu olduğunu sanmıştı. (Syf 279-280)

Sevmeye gelince; o böyle sokaktan geçerken karşıdan görmekle erkek sevmeyi anlamıyordu. Bu ona, seveyim diye sevmek gibi geliyordu; sevmek için bilmeyerek sevmek, sonra farketmek gerekir diye düşünüyordu. (Syf 307)

Sevmek, bir hastalık gibi geldikten ve sizi eline geçirip kahrettikten sonra anlaşılan, o zaman görülüp incelenen bir durum olmalı idi. (Syf 307)

Oysa hayata karşı isyan, insanı hatta rahattan yoksun bırakıyor; felaketten felakete değil, sefilliklere, hatta rezilliklere atıyor, pislik içinde bile çalkalıyordu. (Syf 344)

''Adi denilen kadınların diğerlerinden sade şu farkları vardır ki, onlarda her şey evvelden bellidir, aldanmak tehlikesi yoktur. Kimle iş gördüğünüzü bilirsiniz... Halbuki öbürleri, o bir şey zannettiğiniz, bir şey beklediğiniz öbürleri yok mu, o ilk ve son defa sizi sevdiklerini temin edenler, bütün sadakat , bütün vefa olanlar...'' (Syf 353)

Demek hayatın eylülündeki umutsuzluk ve bezginlik yerine, çaba göstermek bir şeye yarayabiliyordu. (Syf 344-345)

Bence kadınların iyisi, fenası yoktur, onların hepsi kadındır, hepsi kadındır... (Syf 354)

''Ah, sade aşk, sade birbirini sevenlerin her şeyi unutup münevver, aydınlık gördükleri heyecanın ve şiirin düşü var, sade o, sade o...'' Hatta bütün ceza bile olsa, bütün cinayet bile olsa, onu bilmeyenler, bu saniyeyi yaşamayanlar için, ''Yaşamadık!'' diye çığlıklar atmak gerekirdi. (Syf 372)