26 Ocak 2013 Cumartesi

''Beyaz Geceler''den kalanlar..



Kitap: Beyaz Geceler
Yazar: Fyodor Dostoyevski
Çeviri: Sabri Gürses
Sayfa: 94  Baskı: 5
Yayınevi: Can Yayınları

Ama, sevinç ve mutluluk insanı ne kadar da güzel kılıyor! Kalp aşkla nasıl da kaynıyor! İnsan bütün kalbini bir başka kalbe akıtmak istiyor, her şey neşeli olsun, her şey gülsün istiyor. Ve bu sevinç ne kadar bulaşıcı! (Syf 71)

Mutsuzken, başkalarının mutsuzluğunu daha güçlü hissederiz; duygu parçalanmaz, yoğunlaşır... (Syf 72)


16 Ocak 2013 Çarşamba

''İçimizdeki Şeytan''dan kalanlar..


Kitap: İçimizdeki Şeytan
Yazar: Sabahattin Ali
Sayfa: 267  Baskı: 23
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (YKY)

Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi? (Syf 42-43)

Asıl sebep ve illetlere* varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir. 
*''Neden'' anlamadında. (Syf 54)

Zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım bir tek şey: O da sizi sevdiğim. Bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? Kainatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi?.. Bu öyle bir kelime ki, doğuyor  ve doğuşuyla beraber kemali de içinde getiriyor. Sizi seviyorum... (Syf 84)

Bir insanın bütün varlığı ile, karmakarışık ruhu, esrarı çözülmemiş vücudu, arzuları, itiyatları, ihtirasları, hulasa her şeyi ile size teslim olması, size katılması ne muazzam bir şeydir! (Syf 84)

Hiçbir insan seven bir insanın karşısında alakasız olamaz. Dünyanın en harikulade hadisesi karşısında kimse hareket davranış özgürlüğüne malik değildir. Buna hakkı yoktur. Nasıl muhtaç olduğumuz havayı istemem demeye, mekan içinde bir yer işgal etmekten vazgeçmeye kuvvetimiz yoksa, bize verilen bir aşkı almamaya da iktidarımız yoktur. (Syf 84-85)

Bazan bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazan da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. (Syf 92)

Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda, hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor... Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz. (Syf 92)

Kendimiz iyi olamıyoruz ve başkalarının iyiliğini küçük görmek için onlara reklamcı, hayır dua avcısı, hatta riyakar diyoruz. (Syf 135)

Hayatını nasıl olup da bir kadına bağladığına şaşıyorum. Kadın bir oyuncaktan başka nedir? Erkek, tam manasıyla erkek ol... Erkek sert, haşin, aciz hislere yabancı, sadece kuvvete tapan mahluktur. (Syf 153)

İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır. (Syf 210)

Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir. (Syf 261)

İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. (Syf 262)

İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.. (Syf 262-263)


''Makber''den kalanlar..


Kitap: Makber
Yazar: Cem Mumcu
Sayfa: 105  Baskı: 4
Yayınevi: Okuyan Us

Zaman, hiç bu denli sıvaşık, hiç bu kadar huzursuz geçmemiştir. Akrep yelkovanı sokmaya çalışıyor, yelkovan akrebin zehrinden uyuşup yere yığılıyor ve akrebin ayaklarına dolanıyordu. (Syf 30)

Çoğunlukların inancının dışına düşmek değil miydi delilik? (Syf 46)

Konuşmaması ya da çok az konuşması bildiklerinin azlığından değil -görmüş geçirmiş bir ihtiyarınki gibi çokluğundandı. (Syf 61)

İnsanların yüzleri ve hatta tüm bedenleri yaşadıklarıyla, alışkanlıklarıyla, yaralarıyla biçimlenmez mi? Akmakta olan gözyaşlarının bir dere gibi kendine yol bulmak için yatağını oluşturması değil midir biraz da, bizim kırışıklık sandığımız? İki kaşın ortasında gördüğümüz iki dik çizgi sıkıntıların, kaygıların, derin düşüncelerin ayak izleri değil midir? Şişman, zayıf, gıdılı, kırışık, sarkmış, göbekli, yaralı olmak yaşamışlığın, eskiyebilmişliğin, edinmişliğin, kazanmışlığın izleri değil midir? (Syf 67-68)

En az insanlar kadar eşya da yaşar, eşya da biçimlenir eskidikçe. Bir kapı kolunun üzerindeki çizikler, aşınmışlık, parlama, kırık, çatlak onu sürekli açan elin tutuşundan, tutma biçiminden bağımsız olabilir mi? Bir bahçenin çimlerinin azaldığı, hatta toprağı gösterecek kadar kelleştiği yer, bahçede yürüyenlerin tercih ettikleri yolu bize göstermez mi? Dahası bahçenin yaşadığını, yaşandığını, yaşattığını anlatmaz mı? (Syf 68)

Hayat, kime ne zaman merhamet edeceği, hangi çocuğunun ne zaman başını okşayacağı belli olmayan bir anneydi. Ne zaman ne kadar süt vereceğini bilemediğimiz koca memeli bir anne... Gözünü bile kırpmadan sütüne zehir katacak kadar hain ve memesinden kan çıkarma pahasına süt verecek kadar şefkatli... İri memelerinin üstünde yatırdığı yavrusuna huzur verdiği gibi, aynı memelerle boğabilirdi de onu. Hangi yavrusu ona güvenebilir ya da ona güvenmeden nefes alabilir ki? (Syf 75)

Mesele aşk olunca bilgi ona perde olur. (Syf 77)

Bilgi acıtmadan, meşgul etmeden, zorlamadan, ağlatmadan, güldürmeden, velhasıl insana dokunmadan beyne kayıt edildiğinde beyin onu ne yapacağını bilemez. Kuru bir bilgi olarak haznesinin içine bir çöp gibi alır. Ve her çöp gibi kokuşmaya müsait bir durum oluşur. (Syf 78)

Feylesofi bilmeyi sevmek demektir. Mesele sevmektir. Sevgi de hırsı, iktidarı barındırmaz içinde. Özlemeyi, çile çekmeyi, beklemeyi, durmayı ister. (Syf 79)

Mehmet Ali Haydar Paşa'nın şiirini hatırlayın:

Kalb-ı mecruha* haber verme sakın yaresini
Koyuver çırpına dursun arasın çaresini
Bozma gel hasta ile hastalığın aresini
Belki Allah yaratır çaresizin çaresini.
*''Kalbi kırılmış olan'' anlamında. (Syf 79)

Tıynetin na pak ise, hayır umma sen germabeden
Önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden

İçin temiz değilse hamamdan bir şey bekleme
Önce kalbini temizle, sonra bedenini. (Syf 85)

Güç bilmediği için güçsüzlüğe, beklemediği için kayba bağışıktı. (Syf 87)

İktidarın en büyük ihtiyacı 'bir diğeri'dir. Yalnızlık onun en büyük zehridir. Engelleyebileceği, harekete geçirebileceği, durdurabileceği, değiştirebileceği, dönüştürebileceği, inandırabileceği, vazgeçirebileceği, öldürebileceği, yaşatabileceği bir diğeri kalmayınca iktidar anlamını yitirir. (Syf 89)

15 Ocak 2013 Salı

İyi ki doğdun Güzel Yüzlü Şair..



Seviyorum Seni
Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
Seviyorum seni
yaşıyoruz çok şükür der gibi.

Nazım Hikmet




13 Ocak 2013 Pazar

''Kürk Mantolu Madonna''dan kalanlar..


Kitap: Kürk Mantolu Madonna
Yazar: Sabahattin Ali
Sayfa: 160  Baskı: 47
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (YKY)

İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. (Syf 32)

Niçin ilk defa gördüğünüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz? (Syf 38)

İçinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum. (Syf 54)

Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? Ahbapça bir selam ve temiz bir gülüş... (Syf 72)

Henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin tasavvur ve hayallerime dayandığını biliyordum. Bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz bir kanaatim vardı. (Syf 85)

Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. (Syf 87)

Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak. (Syf 87-88)

Ne kadar başka olursanız olun, gene erkeksiniz... Ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca, büyük bir teessür, hatta hiddetle beni terk ettiler.. Güle güle... Ama niçin beni kabahatli zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece kafalarında yaşattıkları bir şeyi vermedim diye mi? Bu haksızlık değil mi? (Syf 96)

İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir. (Syf 107)

''Benim beklediğim aşk başka!'' dedi. ''O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!'' (Syf 107)

Bütün isteklerimin en son gayesi belki de ona tamamen, hiç noksansız, bütün maddi ve manevi varlığıyla sahip olmaktı, fakat elde edebildiğimi de kaybetmek korkusuyla, bu gayeye gözlerimi çevirmekten çekiniyor, seyretmekte olduğu ve yakalamak istediği harikulade güzel bir kuşu küçük bir hareketiyle kaçıracağından korkan bir insan gibi atıl kalıyordum. (Syf 108)

''Uyandınız mı?'' demişti. Gerçi son günlerde birbirimize rastgele bazen sen, bazen siz diye hitap ediyorduk. (Syf 118)

Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığınız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey.   (Syf 122)

Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim. (Syf 128)

Asıl mühim olan, iki insanın birbirini bulması bu derece güç olan şu dünyada, bu nadir saadete ermekti. (Syf 138)

Herhangi bir kimsenin bana bir adıma kadar yaklaştığını görüp ümitlere düşsem, hemen kendimi topluyor: ''Hayır, hayır, o bana daha çok yaklaşmıştı... Aramızda artık mesafe bile kalmamıştı... Fakat işte, sonu!'' diyordum. İnanmamak, inanamamak... (Syf 147-148)