31 Mart 2013 Pazar

''Dönüşüm''den kalanlar..


Kitap: Dönüşüm
Yazar: Franz Kafka
Çeviri: Ahmet Cemal
Sayfa: 102  Baskı: 35
Yayınevi: Can Yayınları

Dönüşüm, aile kurumunun bireyi yok edici yanlarını tüm korkunçluğuyla evrensel düzeyde yansıtan bir yazın metnidir. Daha da genelinde, çizgidışı birey-sürünün dışına çıkanı ezen toplum çatışmasını en çarpıcı biçimde dile getiren bir öykü gerçekliğidir. (Syf 87)

Gregor Samsa'nın böceğe dönüşmesi, gerçekte artık başkalaşmasıdır. Böceğe dönüştüğü andan başlayarak, toplumun ve ailesinin ona ilişkin -onu tutsak kılan- beklentileri, artık sonuçsuz kalmaya yargılıdır; böceğin iğrençliği, çizgisi sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir. (Syf 88)

Birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen son aile yapıları yeryüzünden silinene değin, Kafka'nın Dönüşüm'ü geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır. (Syf 89)

İşte içimi sürekli oyan duygu da bu zaten; içimde duyduğum yaratıcı güçlerle ben, daha elverişli yaşam koşullarında şimdikinden daha yalın, etkili ve sistemli bir çalışma ortaya çıkarabilirdim. Bu, hiçbir akıl ve mantığın söküp atamayacağı bir duygu; oysa gerçek koşulların dışında koşulların bulunmadığını, olmasının da beklenemeyeceğini söyleyen mantık da haklı. (Syf 95-96)

Hayvan bize insandan daha yakın. Parmaklık, burada. Hayvanla yakınlık kurmak, insanlarla kurmaktan daha kolay. (Syf 100)

''Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlayamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var.'' (Syf 100)

Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar. (Syf 100-101)

Düş, gerçekliği, tasarımı aşan gerçekliği ortaya çıkarır. (Syf 101)

 

9 Mart 2013 Cumartesi

''Aylak Adam''dan kalanlar..


Kitap: Aylak Adam
Yazar: Yusuf Atılgan
Sayfa: 156  Baskı: 29
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (YKY)

Önlerde bir yere oturur, yanağı avcuna dayalı filmi seyreder, tam beni düşünmesini istediğim zaman beni düşünürdü. (Syf 9)

''-İnsanlardaki her duygu bir renktir,'' derdi. (Syf 20)

En az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı. (Syf 23)

Bir yazarın dediği gibi: ''Kadınsız hikaye tuzsuz aşa benzer.'' (Syf 25)

İnsan hasta oldu mu kendi etinin bilincine çok daha varıyordu. Belki onları toplum içinde yaşatan hastalık bilinciydi. (Syf 29)

Dalgın olduk mu gerçek benliğimizle davranıyoruz. (Syf 33)

Onların gözünde bütün kadınlar birdir. Amaçlarına götürmekteki başarısı denenmiş o pek rahat 'sıra'larını bozmazlar: Önce el tutulur, sonra öpülür, sonra memeler okşanır; en son etekliğin altı gelir. ''Ben onun için yeni bir kobayım, bir deney hayvanı...'' (Syf 33)

Kadınların neden evlendiklerini anlıyorum: Yalnız kalabilmek için. (Syf 35)

Sıkıştıkça içkinin kurtarıcılığına dek düştüğü için hep kendinden utanırdı. (Syf 41)

Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. 'İş avutur,' derdi babası. (Syf 41)

Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. (Syf 41)

Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir. Bugün, şimdilik ''paltosunu ilk çıkardığı gün''dü, sonra ''Güler'i ilk gördüğü gün'' olacaktı. (Syf 47)

Her şeyi birden görmeye kalksak hiçbir şey göremeyiz. (Syf 51)

Sevgi dedikleri bu iç karışıklığı, bu özlem mi yoksa? (Syf 56)

Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor. (Sustu. Bir sigara yaktı.) Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz: Sigara içtiğimi. (Syf 61)

Görüyor musun, insanların geleceği nasıl ufacık, bilmeden yapılmış bir hareketle değişiyor? (Syf 68)

Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yeri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı. (Syf 69)

Güldüler. Birlikte gülündü mü insan rahatlıyordu. (Syf 71)

''Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?'' Gene de sevinçliydi. (Syf 72)

Bunları herkes düşünür ama çoğu söyleyemez. İkimizin arasında saklı bir şey olmaması sana bir rahatlama vermiyor mu? (Syf 72)

İnsanların geleceğini bedenlerinin, yüzlerinin biçimi düzenler. Al işte ihtiyarı. Neden pantolonunu çıkarmıyor? Ya bacakları tüysüzdür ya da damar düğümleri vardır. Büyük butlu çocuk... Okula gidince arkadaşları takılır. Üzgünlüğünü belli etmek istemez. Geceleri yorganın altında gizli gizli ağlar. İnsanlara küser. Büyüyünce kadınların önünde çekingen olacak. Kalçalarına güleceklerini sanacak. Ne iş tutar acaba? Büyük butlu; oturak iş tutsun. Sayman olsun. Banka müdürü olsun. Ya okuyamazsa? Gişede bilet satıcısı? Terzi? (Syf 98)

Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı. (Syf 99)

Ya insanlar? Onların yaşamasında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil, giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile... Belli günlerde belli yaşamaları vardır. Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! Hep ayrıntılar! Paranın sayısı gibi. (Syf 101)

Yarına çabuk varmanın en kısa yolu uyumaktı. (Syf 102)

Bakışları duvarlarda gezinirken Bayan Naciye, ''- Fotoğrafları sevmem,'' demişti. ''İnsanın hayalini sınırlarlar; hep kendilerini düşünmeye zorlarlar bizi.'' (Syf 105)

İnsan kendininkine uygun olmayanı bağışlamaz. Biz, hoşgörüsü olmadığını bile bile, başkalarında kendininkinden ayrıyı bağışlamaya çalışana hoşgörülü diyoruz. (Syf 113)

Evlenmek! Can sıkıcı dairelerden birinde, tanımadığımız bir adamın bizi birleştirmek görevine boyun eğmek. (Syf 116)

İnsanların kaçınılmaz ikiyüzlülüğünü görüyordum. Bir gazozluk dostlar! (Syf 123)

İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları ''kişi''yi anlatırlar. (Syf 124)

Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. (Syf 127)

Sus, bağırma! Sonra böyle olduğuna inanırız. İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar. (Syf 132)

Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu. (Syf 142)

Kızlarda sinir buhranları başladı mı evlendirmeli. Evli kadında başlarsa boşandırmalı. Birebirdir. (Syf 148)

Ben çoğu geceler içiyorum, dedi. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. (Syf 148)

Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. (Syf 148)

Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın! (Syf 149)